Cumhuriyet 103. yılına ağır saldırılar altında giriyor. Çeyrek yüzyıla yakın dinci gerici iktidarın yarattığı tahribat son dönemde şiddetlenmiş bulunuyor. Cumhuriyet’in temel niteliklerinin ve Türkiye’ye özgü kazanımlarımızın fiilen tahrip edilmesinin ötesine geçilerek resmen ortadan kaldırılması gündemde. Böyle bir gerileme, tarihsel kazanım ve ilkelerin Cumhuriyetin yaklaşık ilk yirmi yılının ardından sürekli aşındırıldığı gerçeğinden hareketle zaten mevcut olan durumun ilan edilmesi olarak görülmemeli, bu anlamda hafife alınmamalıdır.
Şu an durmuş görünse de eğitimin süresinin kısaltılması gündemi bir kez açılmış bulunuyor; bu gündemin kamusal ve zorunlu eğitimin sorgulanmasına varabileceği açıktır. Emekçi çocuklarına layık görülen, alabildiğine dinselleştirilmiş bir beyin yıkama operasyonundan ibarettir. Bunun Cumhuriyet’le alakası yoktur.
Konu, diğer yandan sınırsız bir piyasacılıkla, sermayenin emek gücünü ucuzlatmaktaki iştahıyla bağlantılıdır. Cumhuriyet yurttaşlığı, içinde yaşadığımız görülmemiş yoksulluk düzeyiyle birlikte var olamaz.
Ekonomik krizin özü öğrencilerden emeklilere bütün kesimleriyle emekçi halkın yoksullaştırılmasıdır. Ülkemizin iş cinayetlerinde rekora koşmasının açıklaması da buradadır. Yağmacı sermaye emekçilerin yaşam hakkına kaynak ayırmaktan kaçınmakta ve kârlar artık kanla şişkinleşmektedir.
Uzlaşmacı sendikalar bu sürece izleyerek destek oluyorlar. Son olarak sendikaların asgari ücret masasına oturmama kararı kitlelere çaresizliğin dayatılmasından başka anlam taşımıyor.
Oysa yağma düzeni doğanın geri dönüşsüz biçimde tahrip edilmesine neden olmakta, kentleri yaşanmaz hale getirmekte, halk sağlığını tehdit etmektedir. Bütün bunlar çok boyutlu bir mücadeleyi gerektirmektedir ve hayatın hiç bir alanında yurttaşlar boyunlarını eğip teslim olmamaktadırlar.
Yurttaşlığın içerdiği eşitlik anlayışının temelleri sınıfsal bir uçurumun dibine yuvarlandı. Ancak bununla da yetinilmemekte, Cumhuriyet yurttaşlığının toplumun genelinde bir erdem olarak kavranmasına da son verilmek istenmektedir. Öyle ki, yine henüz arkası gelmemekteyse de, ülkemizin idari yapısına ilişkin olarak dinsel cemaat ve etnik topluluk kotaları telaffuz edilebilmiştir. 19.yüzyıla uzanan modernleşme süreci ve Cumhuriyetle doruğa yükselen Aydınlanma devrimi bir bütün olarak yok sayılmak istenmektedir.
Ortadoğu’daki gelişmeler karşısında ülkenin iç konsolidasyonu adına başlatılan, barış ve demokrasi kavramlarıyla eşleştirilen “süreç”, tam tersine Türkiye’nin zaten sarsıntı geçiren toplumsal dokusunu dağıtma riskini gerçek bir olasılık haline getirmektedir. Emperyalizm bölgemizde geçen yüzyılda mücadelelerle oluşmuş bağımsız devletlerin işlerliğini yitirdiği bir düzene koşmaktadır. Türkiye’nin varlığı masaya yatırılmıştır.
Siyonist İsrail’in koçbaşı rolünü üstlendiği süreç bölgede emperyalizmle uyumsuz bütün faktörleri devre dışı bırakmaktadır. Türkiye’nin bu gelişmelere direnmesi zorunluyken, egemen düzen teslimiyetten öte aktif rol üstlenmeye, ABD’ye yaranma yarışına girmiş bulunmaktadır. Bu yönelime iktidarın ve özellikle MHP’nin koyduğu şerhler göz boyamaya bile yaramıyor. Ana muhalefet partisi, iktidarın söz konusu emperyalizme yaranma yarışının hakkını veremeyeceği tezini politikasının temeli haline getirmiştir. Kürt milliyetçi hareketleri emperyalizme tamamen angaje olmuş durumdadır. Emperyalist sistemden ve onun kurumlarından kopuşu aklına bile getirmeyen sağcı milliyetçi muhalefetin itirazlarıysa demagojiden ibarettir.
Gazze’de varılan ateşkesin Filistinlilerin maruz kaldığı soykırımı durdurma taahhüdüne karşılık İsrail’in katliamlarına engel olamayacağı yolun başında görülmüştür. AKP iktidarı barışa değil suça ortaklığa imza atmıştır.
Kuşkusuz Cumhuriyet’in bir diğer temel değeri yurtta ve dünyada barış politikasıdır. Osmanlıya dönüş hayallerinin körüklenmesiyle Türkiye yayılmacı, saldırgan bir dış politikaya sahip hale gelmiş, yakın ve uzak komşularının içişlerine müdahale sıradanlaştırılmıştır. Yayılmacılığın halkımızı değil, sınırların ötesine gözünü diken büyük sermayeyi güçlendirdiği bilinmelidir.
Bu gerici huruç harekâtının tepki yaratmaması mümkün değildir. İktidarın, toprağın ayaklarının altından kaymasını önlemek için seçme ve seçilme hakkını ortadan kaldırmayı bile gündemine aldığı görülmektedir. Bir tarafta bu meczup saldırı, onun karşısında da kitlelerin direnci devam edecektir.
Toplumun görülmemiş bir cendereye alınması kadın katliamında da su yüzüne çıkıyor. Cumhuriyet’in kadınları taşıdığı yurttaşlık konumu, düzen tarafından öldüre öldüre geri alınmak, kadınlar toplumsal yaşamdan tasfiye edilmek istenmektedir. Kadınların tarihsel kazanımlarından püskürtülebileceği düşüncesi gericiliğin fantezisinden öteye geçemeyecektir.
Türkiye, Cumhuriyetin 103. yılına tasfiye edilişinin yaydığı mutsuzluk içinde girmektedir. Karanlığın içinde iki direnç ışığı parıldamaktadır.
Birincisi halkımızın büyük çoğunluğunun Cumhuriyet’e sahip çıkışıdır. Cumhuriyet toplumun dokularına yerleşmiştir ve siyasal alanda yaşanan tasfiye halkımızın onayını kesinlikle alamamıştır. Türkiye’nin örgütsüz kitleleri sözünü ettiğimiz sorunları algılamakta ve çıkış yolu aramaktadırlar. Artık her tür hak arayışının simgesinin, Kurtuluş Savaşı’nın komutanı ve Cumhuriyet’in kurucusu Mustafa Kemal Atatürk olması rastlantı değildir.
İkincisi ise düzenin bütün kurum ve siyasi hatlarının terk ettiği Cumhuriyetçi birikimin adım adım büyümesidir. Türkiye Halk Temsilcileri Meclisi bu birikimi örgütlü bir halk hareketine dönüştürmek, bu doğrultuda Cumhuriyetçilerin Birliği’ni kurmak için mücadelesini yükseltmektedir.
Cumhuriyet’in 103. yılına karanlıkta önümüzü göremez halde değil, umutla giriyoruz. Sürdürülmesi mümkün olmaktan çıkan bu saldırıyı mutlaka durduracağız. Yıldönümü günlerinde, ülkenin bir dizi kentinde THTM’nin imza attığı yürüyüşler, toplantılar ve etkinlikler bu umudumuzu geniş kitlelere taşımaktadır.
Cumhuriyeti bir daha yıkılmamak üzere çok daha sağlam temellerin üstüne yerleştireceğiz.
Cumhuriyet düşmanlığına geçit vermeyeceğiz.
Emeğin cumhuriyetini birlikte kuracağız!



