Anlatmaya çalışacağım şey şu: Neden Kemalistler ve sosyalistlerin bir mecliste yan yana gelmesi anlamlıdır? Bu ne anlam ifade ediyor?
Bu toplantı biraz geç başladı. Ne kadar geç başladı derseniz, yüz küsur yıl kadar geç başladı. Çünkü bugün kurulmasını istediğimiz ittifak maalesef o günlerde kurulmalıydı. Kurulması mümkün müydü? Evet mümkündü. Bakın, devrimciler birbirlerinden ayrı yerlere doğru koşarlar kuşkusuz ama aynı yöne doğru koşarlar. Bugün burada THTM ve TBMM’nin isim benzerliği, sembol benzerliği, hatta şu an Ankara’da bir kürsüde konuşuyor olmam bir tesadüf değil. Çünkü 20.yüzyılın devrimcileri, birbirinden ayrı fikirlere sahip olsalar da aynı yöne koşuyorlardı ve hep bir meclis vardı. Sovyet, şûra, meclis, hep aynı kavramlara karşılık gelen, aynı devrimci arayışın ürünüydü. Bu çok dinsel bir tesadüf değil, çünkü devrimciler yere en yakın yıldızları yakalamaya çalışırlar, sonra da en uzaktaki yıldıza doğru koşmaya başlarlar. Devrimcilik budur. Rus devrimi, Sovyet devrimi, 71’inci gününde, kendinden yıllar önce gerçekleşmiş (Paris Komünü) iktidarı işaret ederek bir gün fazla yaşadık dedi. Türkiye’de işgal altındayken çeşitli nedenlerle işgali sonlandırmaya çalışan farklı farklı eğilimler, Rus devrimcilerinin düzenlediği o toplantılarda buluştular. Mustafa Kemal bu topraklarda devrimi başardığında, Hindistan’daki devrimciler hapishanelerde mumlar yaktılar, “Evet, doğu devrimcileri başardı” dediler. Biliyoruz, emperyalizm, zulüm, işgalcilik aynı millettendir ama devrimciler de aynı millettendir, biz aynı milletin çocuklarıyız.
Devrimciler yaşayan ölüler değillerdir. Atatürk’e, Lenin’e, Che’ye aynı saygısızlık yapılıyor. Devrimciler yürüyen fikirlerdir, yürüyen aydınlardır, onlar bir miras bırakıyorsa rozet değildir, heykel değildir, devrimci mirası kendinden sonraki kuşaklara bırakırlar.
Doğu devrimcileri aynı yöne doğru koşuyordu ve ortak bazı özellikleri vardı. Birincisi, anti emperyalistlerdi. Emperyalizmin doğuya doğru gittiği bir döneme doğmuşlardı. İkincisi, hepsi cumhuriyetçi halini yurttaşlık esasına dayalı, ister sosyalizan olsun, ister halkçı olsun, hep bu şekilde düzenlemeyi savundular, hepsi anayasal düzen istediler, hepsi din esaslı rejimlerle kavga ettiler. Çünkü sözde din adamları, kafasına sarık takmış, boynuna haç takmış, hep emperyalist işgalcilerle, gericilerle, birlikte hareket ediyordu. Üçüncüsü, eski düzenin kurumlarıyla ve çıkar sınıflarıyla kavga ettiler. Çünkü o ordunun arkasında emperyalizm vardı, çar vardı, sultan vardı, eski düzenin feodal artıkları vardı. Bu nedenle eski düzenin kurumlarıyla kavga etmek zorunda kaldılar.
20. yüzyıl devrimcilerinin bir ortak özelliği daha vardı, aydınlanmacıydılar. Emperyalizmle mücadele etmenin de yurttaşlık rejimini kurmanın da tek yolu vardır: Aklın yükselişi. 20. yüzyılın başında devrim yapmaya çalışanların karşısında hep bir cephe vardı. Onlar da başarılı oldukları yerde cephe kurdular. Yüz yıldan fazla geç kaldık derken aslında bunu kastediyorum. Yüz yıl öncesinde, cumhuriyetin kuruluşunda varsa eksik, yarım kalmış, varsa kaybettiğimiz, yenildiğimiz meseleler, bugün bunu tamamlamak için bu salonda buluşuyoruz.
Neden bir meclis kuruyoruz? 23 Nisan 1920’de kurulan meclisi bugünkü meclisle karıştırmayın. 1920’de kurulan meclis bir ihtilal örgütlenmesidir, devrimcidir, bir devrim yapmak için kurulmuştur. Adını seçerken bile devrimci seçmiştir. Memalik-i Osmaniye dememiştir, Türkiye demiştir; Osmanlı dememiştir, millet demiştir hakimiyetin kaynağını göstermek için; meclis demiştir nasıl yöneteceğini söylemek için. Karşısındaki hükümet onlar vatan haini dediğinde, hayır sizsiniz vatan haini demiştir. Onlar uzlaştığında biz anlaşmıyoruz demiştir. Bir iktidara karşı milletin meclisinde karşı olanın iktidarını örgütlemiştir ve bu şekilde başarılmıştır.
Bizim meclisimiz bundan yüz yıl önce sadece işgali sonlandırmadı, sadece yeni bir cumhuriyet kurmadı. Ülkenin coğrafi yönünü de tayin etti. Coğrafya kader değildir, zaten kader denen şey insan tarafından yazılır. Hem Turancılığı hem İslamcılığı reddetti. İkisini de reddetmiş olması, başka bir milli çerçeve çizmiş olması bizim coğrafyamıza tayin edilmiş yerdir.
Bakın, Yunan ordusu yenildiğinde Mustafa Kemal Yunan komutanlara kahve edip “Üzülmeyin Napolyon da yenilmişti” diyerek onları sakinleştiriyor. Savaş meydanında yatan yoksul Yunan halkına bakıyor ve o meşhur bildiriyi yazıyor. Taç sahipleri hep milletin sefalarında onların yanlarında oldular, bugün bu meydanda yatan yoksul Yunan halkının yanında yoktular. Biz o yüzden hiçbir millete düşmanlık besleyemeyiz.
Biz milletlerin, yoksul halkların devrimcilerini kendimizle aynı milletten biliriz, onların emperyalistleriyle bizimle aynı milletten olsa bile mücadele ederiz. Bakın, işte bu yüzden bu meclis kaçırılmış bir ittifak, yüz yıl sonra yan yana geliyor.
Burada şöyle bir yanı da var meselenin. İyi gelişmeler de oldu. Taksim’deki anıt, bizim hikayemizin özetidir. Bir tarafında Mustafa Kemal, arkasında Sovyet generalleri, yanında bizim askerlerimiz. Eğer o ittifak devam etseydi, eğer cumhuriyet devrimimizde sonradan dönülen, ayağı sakatlanan, geri çevrilen o bozulma yaşanmasaydı bugün bu noktada olur muyduk? Hilafeti, tarikatları, kadınların evlenme yaşını, dilimizi, kıyafetimizi tartışıyor olur muyduk? O yüzden bugün kurduğumuz ittifak hem cumhuriyetçilere hem sosyalistlere fayda sağlayacaktır. Cumhuriyetçi olmayan bir sosyalizm ya Fethullah’ın muhabbetinden ya Şeyh Said’in sarığından siyaset çıkarmaya çalışıyor. Buradan toplumu ileriye götüren bir yol çıkaramazsınız.
Muhalefeti de konuşmamız lazım. Bugünkü mecliste, meclis adına hiçbir şey söylemeyen bir topluluk var. Hem sistem meclisi önemsizleştirdi hem de içindekiler meclisin ne olduğunun farkında değil. Bunun sorumlusu sadece siyasi iktidar değil. Bunun sorumlusu aynı zamanda muhalefet. Çünkü gerçekten de Türkiye’de devrimci, cumhuriyetçi, eşitlikçi olmayan bir muhalefet bugünkü meclisin yaratılmasının sorumlularından bir tanesidir.
Bu ittifak bize şu açıdan da iyi gelecek: İstanbul’da çeşitli mahallelere laikliği, tarikatları, cemaatleri anlatmak için gidiyorum. İmam hatipten başka bir okulun olmadığı bir mahallede konuştuktan sonra bir yoksul emekçi “Bizim mahallemizde laiklik parayla satılıyor” dedi. “Çocuğunuzu imam hatibe göndermek istemiyorsanız paralı okula gönderir, laikliği satın alırsınız” dedi. Arkadaşlar, laiklik bir kıyafet ya da sembol meselesi değildir. Yoksul halka ulaşamıyorsanız, çocuklarına yurt veremiyorsanız, iş veremiyorsanız, laikliğin bir devrimci kazanım olduğunun farkında değilsiniz demektir. Aynı şekilde, sol cumhuriyetçi değerlerle barışmadan ilerici hiçbir hamlede bulunamayacaktır.
Sonuç olarak, gerçek cumhuriyetçilik, gerçek yurtseverlik, gerçek sosyalistlik, gerçek Atatürkçülük, neden kendi ülkemizin maçlarını Katarlı bir sermaye grubuna satıyoruz, yoksul halk neden kendi liglerinin maçlarını izleyemiyor diye sorduğumuz zaman başlar; neden limanları Suudi Arabistan’a sattığımızı sormakla başlar, yani bir ülkenin emperyalistleriyle mücadele ettiğiniz zaman başlar, o halklara düşmanlık yaparak, ırkçılık yaparak değil.
İstiklal Marşımız “Korkma” diye başlıyor çünkü korkuyorduk, yakından top atışları geliyordu, hilafet korkusu, saltanat korkusu vardı. Korku korkarak değil, örgütlenerek, mücadele ederek yenilir. Korku, korkunun üzerine yürünerek yenilir. Yüz yıl önce korkumuzu bu şekilde yendik, yüz yıl sonra da bu şekilde yeneceğimizi düşünüyorum.
Uykumuzun bir ucunda bombalar Bir ucunda hürriyet inancı sabaha kadar İngiliz usulü piyade tüfekleriyle İnsanca yaşamanın onuru arasında Milletcek bir gidip bir geliyoruz Şimdi saat sekizdir başlar gecemiz
1919’da İngiliz usulü piyade tüfekleriyle insanca yaşamak arasında gidip geliyorduk. 1960’lı yıllarda Amerikan usulü piyade tüfekleriyle insanca yaşamak arasında gidip geliyorduk. Bugün de çelişkimiz hiç farklı değil. Ama eksik bıraktığımız yön, belki yeterince yan yana gelebilmek. Bugün karşımızdaki korkuyu yeterince yan yana gelerek yeneceğiz.
Bana da söz verdiğiniz için teşekkür ediyorum.