Türkiye’de Cumhuriyet’in ilanı, emperyalizme karşı verilen Kurtuluş Savaşı’nı izleyen kapsamlı
bir aydınlanmacı kuruluş mücadelesinin ilk büyük meşalesidir. Cumhuriyet rejimi sadece bir
hanedanlık rejimine son vermemiş aynı zamanda dışa bağımlı geri bir tarım toplumundan
modern bir kapitalist sanayi toplumu yaratma mücadelesinin de simgesi olmuştur. Bu,
Fransız ve Sovyet devrim süreçleri dışında dünyada örneği görülmeyen radikallikte ve hızda
bir devrimci dönüşümü gerekli kılmıştır. Bu bağlamda,
– Üstyapı kurumlarında özellikle hukuk sisteminde 1920’lerde köklü dönüşümlerin
yapılması;
– Kapitülasyonların sona erdirilmesi ve millileştirme hamlelerinin tamamlanması;
– Laikliğin ilk aşaması olan devlet-din ayrılığını sağlayan adımların atılması;
– Dünyada hegemonya boşluğunun oluştuğu 1930’larda planlı-devletçi-korumacı bir
sanayileşme programıyla Sanayi Devrimi’nin ilk aşamasına güçlü bir giriş yapılması;
– 1940’larda devrimci Köy Enstitüleri Modeli’nin eğitimde başlatılması gibi atılımlara girişilmiş, Cumhuriyet’in açtığı yolda sağlanan çok önemli toplumsal ilerlemeler
ve bağımsızlık kazanımları olmuştur.
Ne yazık ki iç sınıfsal dengeler ve devrimci birikimin yetersizliği nedeniyle Cumhuriyetçilerin
devrimci hızı giderek kesilmiştir. Tarım burjuvazisi ve toprak ağalarını karşıya almamak adına
tarımda toprak reformu 1945 gibi gecikmiş bir tarihe kadar göze alınamamıştır. Çok partili
sisteme geçilen 1946 sonrasında ise Cumhuriyet’in kurucu partisi sermayenin
yönlendirmesine daha fazla girerek dünya kapitalist-emperyalist sistemine eklemlenme
çabalarıyla Cumhuriyet’in bağımsızlıkçı damarında büyük bir kırılmanın önünü açmıştır.
İzleyen DP döneminde Batı blokuna ABD ve NATO üzerinden bağlanma çizgisi daha da
pekiştirilerek sürdürülmüştür. Bu bağlamda laiklikten uzaklaşma ile tarikatlara ve süper-
NATO’ya yer açma çizgileri karşılıklı olarak birbirini beslemiştir.
1961 Anayasası siyasal ve sendikal hareketlerin sola açılmasına ilk defa yasal zemin
hazırlarken, siyasal İslamcı ve milliyetçi hareketler de toplumun sola kayışını durdurmak
amacıyla örgütlenmişler ve 1970’lerde bağımsız partiler olarak iktidara ortak olabilmişlerdir.
CHP liderliğinin kendi aydınlanmacı tarihiyle hesaplaşma çabaları da ilk defa bu dönemde
ortaya çıkmıştır.
1971 ve 1980 darbeleri ve 1982 Anayasası ve bunlarla birlikte 24 Ocak 1980 Kararları, 1980
öncesinin kazanımlarını geri alma, işçi sınıfını ve emeğin haklarını savunan siyasal/sendikal
örgütleri baskılama, dolayısıyla sermayenin sömürü alanlarını alabildiğine genişletme işlevini
gören topyekün bir sınıfsal saldırının aşamalarını oluşturmuştur. 1980’lerin sonlarından
itibaren emekçi sınıflar yeniden güç biriktirmeye başlarken, bu defa bunun önü 1998 yılından
itibaren IMF programlarıyla, özelleştirmelerle, sendikasızlaştırmayla ve sendika
yönetimlerinin denetim altına alınmasıyla kesilmiştir. 2002’de siyasal İslamcı hareketin
iktidara taşınması bu süreci pekiştirmiştir.
2007-2018 döneminde AKP’nin başını çektiği tarikatlar koalisyonu, başta yargı ve anayasal
sistem olmak üzere Cumhuriyet kurumlarının ve Cumhuriyetçi kadroların tasfiyesini
gerçekleştirmiş, emek örgütleri ve medyanın büyük bölümünü ideolojik hegemonyası altına
almıştır. Bunun için 2010’dan itibaren peş peşe sivil darbelere başvurulmuş, 2016’nın
cemaatçi darbe girişimi dahi iktidarın kendi sivil darbesi için fırsata çevrilmiştir.
AKP döneminde esasen Cumhuriyet rejimi hem yeniden bir hanedan rejimine hem de bir “eş-dost
kapitalizmine” dönüşme sürecinden geçirilmiş ve bu eğilim 2017 Anayasası ve onun
hükümlerinin uygulamaya sokulduğu 2018 Kararnameleri ile iyice pekiştirilmiştir.
2017 Anayasası Erdoğan’a/AKP’ye ısmarlama elbise gibi biçilmiş olmasına rağmen, hem
uygulamada ortaya çıkan “sorunların” yani hanedanlığın “kaydı hayat şartıyla” sürmesini
engelleyen hükümlerin aşılmasını hem otokratik-teokratik bir sermaye düzeninin geri
dönülmez biçimde kurulmasını hem de oluşturulmuş “sistematik suç örgütlenmesi
rejiminden” hesap sorulamamasının güvenceye alınmasını sağlayabilecek hukuk normlarının
inşasına olan ihtiyaç nedeniyle bugün topluma yeni bir Anayasa dayatılmak istenmektedir.
Cumhuriyet’in 101. yıldönümünde 22 yıldır iktidarını sürdüren siyasal İslamcı hareket yeni
rejim inşasını tamamlayabilmek için her türlü baskıyı yapmaya, buna karşılık içerde ve
dışarda her türlü ödünü vermeye, her türlü ittifakı kurmaya ve gerekirse militer maceralara
girişmeye hazır olduğunun görüntüsünü vermektedir. Hukuki ve siyasi meşruiyetini yitiren
sermaye iktidarının, bir muhalefet boşluğu oluşturarak amacına daha hızlı yürümeye çalıştığı
bir dönemden geçilmektedir. Düzen muhalefeti de bu gidişata “dur” diyebilecek bir siyasi
ferasetten ve iç/dış sermayeyle arasına mesafe koyabilecek bir sınıfsal konumlanmadan çok
uzakta bulunmaktadır.
Halen tüm yükü emekçi kesimlere yüklenen adı konulmamış bir IMF programı uygulanırken,
iktidar toplumdan çıt çıkmaması için sosyal ve kültürel zorlama araçlarını ideolojik ve yargısal
susturma mekanizmalarına dönüştürmekte, gündem saptırmalarına ve ittifak tazeleme
yöntemlerine daha fazla başvurmaktadır. Bu durum Türkiye’de başta emekçiler olmak üzere
geniş halk kitlelerinin üzerine büyük bir kabus gibi çökmektedir. Bu eğilim durdurulamadığı
taktirde Türkiye hızla koyu bir karanlığın içine yuvarlanacaktır. Emperyalizmin at oynattığı
Ortadoğu’da ve Karadeniz’de çeşitli savaş hezeyanları içine çekilebilecektir.
Yukarıda özetlenen sürecin bütünü, yani Türkiye’nin sermaye yağmasına teslim edilmesi,
toplumsal mücadelelerin ve örgütlülüğün zayıf düşürülmesi, dinci gericiliğin yaşamın tüm
alanlarına müdahalesinin yoğunlaşması, siyasi iktidarın keyfilik, hukuk tanımazlık üstüne
kurulması ağır bir toplumsal çürüme yaratmıştır. Bu çürüme Cumhuriyet’in 101. yılında
ülkemizin sistematik biçimde çocuğa ve kadına yönelik tacize, şiddete ve öldürmelere sahne
olması, iş kazalarınınsa bir katliam boyutuna varmasıyla kendini göstermektedir.
Bu karanlığa kapılmamak için, içte ve dışta kalıcı bir barışı savunabilmek için Türkiye’nin
hızla aydınlanmacı ve bağımsızlıkçı bir çizgiye çekilmesi gerekiyor. Bunun için de artık Cumhuriyet’i AKP öncesi formunda yeniden kurgulamak kesinlikle bir çözüm olamayacaktır. Cumhuriyet emek ekseninde yeniden biçimlendirilmek zorundadır. Bunun adı, laik ve anti-emperyalist temellere sahip bir “emeğin Cumhuriyeti” olmak zorundadır. Bu temeller de kapitalist sömürü ilişkilerinden arınmadan kurulamayacaktır.
Başka türlü karanlığa gidişten kurtuluş yoktur, dincilerin ve onların hamisi sermayenin ve
emperyalizmin sultasından kurtuluş yoktur. Bundan sonraki Cumhuriyet yıldönümlerini, emeğin Cumhuriyeti’ni kurmuş olarak kutlamak hedefiyle… Aydınlanma, bağımsızlık ve emek mücadelesinde saf tutan tüm Cumhuriyetçileri selamlıyoruz.