Türkiye Halk Temsilcileri Meclisi

Kemal Okuyan

Değerli dostlar, 

THTM’nin ilk toplantısı. Türkiye’nin değişik yerlerinden gelen temsilci arkadaşlarımız ve bir bölümünü uzun zamandır görmediğim dostlarım, Türkiye’nin yurtsever, devrimci aydınlık insanları, hepinize merhaba. 

Bugün,  temsilci arkadaşlarımızdan bir bölümü, yaygın salgın nedeniyle rahatsız oldukları için gelemediler. Şair dostumuz, THTM temsilcisi Tuğrul Keskin babasını kaybettiği için katılamadı, başı sağ olsun. 

Çok güzel toplantılarla başladı THTM. Neden güzeldi? Bir kere heyecan vardı. Sanıyorum, bu tür oluşumların başlangıcında heyecan olup olmaması son derece belirleyici. Umuyorum ki, bu toplantı o heyecanı, enerjiyi, iradeyi daha da artırır ve yolumuza öyle devam ederiz. Bu heyecanın kaynaklarına ilişkin bir değerlendirmeyi de konuşmamın ilerleyen bölümlerinde yapacağım. 

Bu Meclis, Türkiye’deki cumhuriyetçi birikimin yeni bir hamle yapması için kuruldu. Bu, öyle basit bir iddia değil. Reaksiyoner yaklaşımlarla yeni bir hamle yapamayız. Türkiye’de cumhuriyetçi birikim maalesef tepki vererek kendini hissettiriyor hâlâ. Nedir tepki vermek? Birileri hilafet özlemciliği, laikliğe açıktan aykırı yeni bir hamle yapar, biz de protesto ederiz. Türkiye’nin bağımsızlığıyla ilişkili bir gündem olur, biz tepki üretiriz. Tabii ki üretmeye devam edeceğiz. Onlar Vahidettin, Abdülhamit, Şeyh Sait dedikçe tepki vereceğiz. Bunlar kaçınılmaz; tepkisiz mücadele olmaz ama tepki vermekten ibaret bir mücadele hiç olmaz. Dolayısıyla Türkiye’nin cumhuriyetçi birikiminin artık inisiyatif alması gerekiyor. Kurucu bir misyon, kurucu bir iddia olmadan inisiyatif alamazsınız. Bizim artık, köhnemenin ötesine geçen bugünkü düzenin hâlâ karşımıza çıkardığı bazı sorunlara tepki vermekle yetinerek ciddiye alınmamız imkansız. Beğenelim, beğenmeyelim; karşımızdakiler, yıkım ekibi, AKP iktidarı tarihsel bir karşı devrimdir, bir yıkımdır ama onlar önümüze yeni yeni projeler koyuyorlar. Yeni Osmanlı bir iddiadır, bir felsefedir. Hilafet özlemciliği de aynı şekilde bir projedir, bir kuruluş iddiası taşır. Geriye dönüktür, ayrı. Ama Türkiye’deki cumhuriyetçi birikimin şapkasını önüne koyup, biz bir iddiayı ne zaman taşıyacağız demesi lazım. Bu iddia da, yüz yıl öncesine dönük bir iddia olamaz. Çünkü aradan yüz yıl geçmiş. Cumhuriyetçi birikim Türkiye’nin modern yüzüdür, bu birikimin yüz yıl öncesiyle yetinmesi imkansızdır. 

THTM’yi oluştururken bunları tartıştık. Bir irade, bir birikim kendi kendine ortaya çıktı, kendisini yetkilendirdi; bugünkü toplantıyla birlikte o yetkiler artık bir kurumsallığa devrolacak. Ama biz neyi tartıştık? Bu iradenin bir kuruculuk iddiası taşıması gerektiğini konuştuk. Meselemiz budur.

Yüz yıl öncesine gidemeyiz dedik ama bir kurucu iradenin kendisine bir tarihsel meşruiyet ve tarihsel zemin yaratması gerekir. Yüz yıl önce kurulan Türkiye Cumhuriyeti, böyle bir meşru zemindir ve belki bugün ilk toplantımızda altını çizmemiz gereken noktalardan biri budur. Farklı yönlerden bu meşruiyet sorgulanıyor. Bakın, geçenlerde AKP temsilcisi Ömer Çelik “Bizim hilafet gündemimiz yok, nereden çıkarıyorsunuz, biz kuantum fiziğini tartışıyoruz” dedi. Arkadaşlar, mesele, AKP’nin şu anda bir hilafet ajandası olup olmaması değil. AKP’yi içine alan tarihsel hareket (nasıl adlandırmak isterseniz, milli görüş, karşı devrimci birikim, siyasal islam) çok geniş bir yelpazeye dayanan, muazzam tehlikeli bir toplumsal ve siyasi kuvvettir. Bu kuvvetin içinde şu veya bu kişinin hilafetçi veya şeriatçı olup olmasının hiçbir önemi yoktur. Mesele şudur: Onlar tarihsel iddialarını cumhuriyetten değil, cumhuriyet fikrinin karşısında durmaktan almaktadırlar. Bizim için önemli olan odur. Onlar, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunu sorgulamaktadır. AKP’nin de içinde yer aldığı gelenek, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunu gayrimeşru ya da bir tarihsel hata, yanlışlık, anomali olarak görmektedir. Çünkü onlara göre, Osmanlı İmparatorluğu bazı talihsizliklerin ve bazı yanlışlıkların sonucunda olarak yıkılmıştır. Öte yandan, Türkiye Cumhuriyeti’nin gayrimeşru olduğunu iddia eden başkaları da vardır. Bunlar da, biraz daha sol tarafta duranlardır. Geçtiğimiz yıl, Türkiye Cumhuriyeti 100. yılına girdiğinde, hem Türkiye’de hem yurt dışında ”Lozan değil Sevr yürürlükte olmalıdır” diye kampanyalar düzenlendi. Bu kampanyaları düzenleyenler, ağırlıklı olarak Kürt halkının kurtuluşu için mücadele ettiğini iddia edenlerdi. Onlara da göre de, Türkiye Cumhuriyeti bir yanlışlıktır ve gayrimeşru bir zemindir. 

Arkadaşlar, bir siyasi hareketin, partinin üyesiyim ve bir iddiamız var: Türkiye’yi değiştirme, bu düzeni yıkma iddiası. Bu iddiadan asla vazgeçmeyeceğiz ve ben eminim ki burada yer alıp da, farklı siyasi, ideolojik tercihleri olan herkesin iddiasıdır: Türkiye’de bir düzen değişikliği ya da Türkiye’yi değiştirmek. Bir şeyi değiştirmek istiyorsak, ilk önce o zemini kabul etmek zorundayız. Bizim açımızdan, Türkiye Cumhuriyeti bir başlangıç noktasıdır. Eğer onu gayrimeşru ilan ederseniz bir şeyi değiştiremezsiniz. Yok olsun, buhar olsun, başka bir şeye dönüşsün, parçalansın dersiniz. 

Demek ki, bizim bir hesaplaşmaya ihtiyacımız var. Bu hesaplaşma, bir bölümünü yüz yıl öncesinden devraldığımız bir hesaplaşma. Yüz yıl öncesinden neyi devralıyoruz? Devrim-karşı devrim, ilericilik-gericilik, emperyalizm-bağımsızlık özlemi, hilafet-laiklik. Yüz yıl öncesinde bunlar var. Ama başka şeyler de var artık. Bizim için emperyalizm – yurtseverlik karşıtlığı; Laiklik ile dinsel referanslarla kurulmuş bir siyasal rejim karşıtlığı; emek-sermaye ya da toplum çıkarlarıyla özel çıkarlar arasındaki karşıtlık bir hesaplaşma konusudur. Bu hesaplaşma ya da bunlar üzerinden kutuplaşma Türkiye’yi dağıtmaz, parçalamaz, tam tersine Türkiye’nin bütünlüğünün sağlanması ancak bu koşulda mümkündür. Ama Türk-Kürt, Sünni-Alevi kavgası Türkiye’yi dağıtır. Şimdi Türkiye’nin önüne bunlar yerleştirilmeye çalışılıyor. Biz, Türkiye’nin cumhuriyetçi birikimini temsil iddiasında olanlar, buradaki komünistler, sosyalistler, yurtseverler, Türkiye’nin aydınlık birikiminin parçası olanlar, buna izin mi vereceğiz? 

Dolayısıyla bir hesaplaşmaya ihtiyacımız var, bu hesaplaşmada da bir bütünlüğe ihtiyacımız var. Belki de bu meclisin en fazla tartışması gereken konulardan bir tanesi bu. Niye biliyor musunuz? Türkiye’nin dertlerini parçalara böldüğümüzde şununla karşılaşıyoruz. Bir tane derdimiz olsa kolay işimiz, oradan kurarız. Birden fazla dertle iştigal ediyoruz. Şimdi, Türkiye’de laiklikle ilgili bir problem yaşanıyor diyelim ki. Güncel bir örnek vereyim: Suudi Arabistan’da Süper Kupa finalinin yapılması… Laikliği neden ilgilendiriyor? Suudi Arabistan şeriatla yönetilen bir ülke. Bana göre yüzüncü yılda bir kupa finali tabii ki Türkiye’de oynanmalıydı; Almanya, İngiltere de fark etmez. Suudi Arabistan meselesi üzerinden bir tartışma başladı, o ana kadar o işlere onay vermiş bir kulüp başkanı, Türkiye’nin ünlü bir patronu, maçın oynanmasına izin vermedi; takımlar maçı oynamadan Türkiye’ye döndüler. Gördük ki, o ana kadar, Türkiye’de sömürücü zengin sınıfların, hatta ABD işbirlikçilerinin simgesi olarak görülen bir patron, Türkiye’deki laik duyarlılığı olan kesimlerde muazzam bir heyecan yaratmış ve bu biraz da sol düşünceye de sızmış! İşte parçalı düşünme budur ve çok tehlikelidir. Arkadaşlar, söyleyeyim: Ali Koç ya da başka bir büyük patronla, Türkiye’de laiklik savunulamaz. Laikliği savunacak olan Türkiye halkıdır ve Türkiye’nin yurtsever aydınlarıdır. 

Yine Suudi Arabistan üzerinden başka bir tartışma oluyor. Suudi Arabistan, biliyorsunuz Rusya’nın, Çin’in içinde olduğu BRICS topluluğuna dahil oldu. Bir anda, Türkiye’de bazı kesimlerde Suudi Arabistan’a övgüler yapılmaya başlandı. Dünyanın her yerinde ABD’den bazı ülkelerin uzaklaşması iyi bir şeydir. Bunun tartışılacak bir tarafı yok. Dolayısıyla, Suudi Arabistan’ın ABD ekseninden uzaklaşmasında fayda var ama bu bir Suudi Arabistan rejimine yönelik şakşakçılığa dönüşürse, orada yaşayan kadınlara ya da İran’da yaşayan kadınlara ne diyeceğiz? “Sizin iktidarınız ABD’ye kafa tutuyor, yoksulluk içerisinde siz acı çekin, kadınlar sokağa çıkamasın, ensenizde boza pişirilsin ama ne yapalım, antiemperyalizm bunu gerektiriyor.” Bunu mu diyeceğiz? Böyle bir şey olur mu? 

O yüzden “bütünlük”. Bütünlük nedir? Meclisimizin ilkelerinde var. Kamucu, toplumcu bir ekonomik sistem, devletçi,planlı bir ekonomi, laik, bağımsız ve egemen bir ülke. Bunları parçalara ayırırsanız, bir gün Ali Koç’un peşinden gidersiniz; yarın Suudi rejimine övgüler düzerseniz, öbür gün Erdoğan’a övgüler düzerseniz. Niye? Filistin davasına sahip çıktı diye!.. Bizim işimiz bu değil. Bizim o bütünlüğü yakalayıp, bir kurucu iddia ortaya koymamız gerekiyor. Heyecan ancak böyle olur. 

İçinizde Suudi rejiminden, onların diyelim ABD’ye karşı bir jesti, bir tavrı, bir demecinden bir heyecan duyabilecek kimse var mı? Ali Koç’un bir eline Atatürk resmi bir eline Türk Bayrağı alıp “laiklik önemli” demesi sizleri heyecanlandırır mı? Toplumu da heyecanlandırmaz, bakmayın siz. 

Bazen çaresiz insanlar çıkış arar, en küçük olumluluğa sarılırlar. İşte, bizim değiştirmemiz gereken budur. Bu heyecanı yaratmak zorundayız. Dediğim gibi bir kurucu iddia taşımamız gerekiyor. 

Bir meseleye daha değineceğim. Beni çok yaraladı. Geçenlerde, Suudi meselesinde bir başka olay daha oldu. Maçın Suudi Arabistan’da oynanmasıyla ilgili tartışmalar, protestolar sürerken bir baktık ki, Suudi hanedanlığına dönük tepki olması gerekirken ya da siyasal İslam’a karşıtlık olması gerekirken, Arap düşmanlığı ortaya çıktı ve iş öyle bir hal aldı ki, Gezi’de hayatını kaybedenlerin yakınlarının da aralarında olduğu bazı yurttaşlarımız “Ne yapıyorsunuz siz? Gezi’de yurtseverlik için, devrimcilik için, laiklik için ölenlerin çoğu Arap’tı.” demek zorunda kaldı ve benim çok ağırıma gitti. Arkadaşlar, Türkiye’de Arap düşmanlığı ya da yoksula, yabancıya dönük düşmanlık Türkiye’yi dağıtır. Herkesin kendine gelmesi gerekir. Cumhuriyetçi birikim ayağa kalkacaksa, Türk’ü, Kürt’ü, Arap’ı, herkesle beraber kaldıracağız. O nedenle, bu Meclis’in en önemli amaçlarından birisi Türkçülük ve Kürtçülükle mücadeledir. Yoksa buradan hiçbir şey çıkmaz, düşmanlık çıkar. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan yüz yıl sonra çok ağır bir dağılma ve çatışma ihtimali çıkar. İleriye götürecekse, çatışmadan, hesaplaşmadan, kutuplaşmadan korkmayız  ama etnik temel üzerinden herhangi bir gerilim ve mücadelenin dünyanın hiçbir yerini ileriye götürme şansı yoktur. Türkiye’yi asla. O yüzden de herkesin aklına, iradesine, diline hakim olması gerekiyor. Siyasal İslam ile mücadele şu ya da bu halka, ulusa düşmanlıkla yürütülemez, mahvoluruz. Demek ki sorumluluğumuz çok büyük. 

Özgürce tartışacağız; burada değişik görüşlerin ortaya çıkması gerekir. Mesela Kürt meselesi cesaretle konuşulması gereken bir mesele. Her başlıkta öyle. Enerji, sağlık, eğitim, dış politika meselesi de aynı şekilde. Üreten, tartışan, sonuçlarını halka taşıyan bir Meclis olacağız. Üç ayda bir toplanacağız ama o üç aya kadar her gün üreteceğiz, tartışacağız ve sesimizi halka taşıyacağız. Buna yürekten inanıyorum ve çok heyecanlıyım. Umuyorum ki, siz de aynı heyecanı paylaşıyorsunuzdur. Bizim yolumuz açık. Çünkü Türkiye’nin cumhuriyetçi birikimi son derece güçlü. Biz o birikimi ayağa kaldıracağız, tepki vermenin ötesine, bir kurucu misyona taşıyacağız. 

Hepimize kolay gelsin!