MÜSİAD Genel Başkanı Burhan Özdemir’in kamuoyuna yaptığı, 12 yıllık zorunlu eğitimin esnetilmesi ve çocukların daha erken yaşta istihdama katılması gerektiğine dair açıklamaları, pedagojik ve hukuki temellerden yoksun olduğu gibi, çocuklarımızın ve ülkemizin geleceğine yönelik tehlikeli bir yaklaşımın da göstergesidir. Bu anlayış, Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası çocuk hakları sözleşmelerine, Anayasa’nın 42. maddesine ve 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu’na açıkça aykırıdır.
Burhan Özdemir’in “Her çocuk aynı akademik başarıyı gösteremez” ifadesi eğitimi yalnızca sınav başarısı veya test puanlarına indirgemek gibi son derece dar bir anlayışın ürünüdür. Eğitim yalnızca akademik başarı değil, aynı zamanda çocuğun kişisel, toplumsal, duygusal ve entelektüel gelişimini kapsayan çok yönlü bir süreçtir. Özdemir’in sözleri ise, eğitimin bu yönünü tümüyle reddederek yalnızca piyasaya insan kaynağı üretmeye odaklanan bir yaklaşımı temsil etmektedir.
Özdemir’in, eğitim zorunluluğunun ‘esnetilip’ çocukların ‘piyasaya daha erken katılması’ gerektiğini belirtmesi de, “çocuklar okula değil işe gitsin” demenin yumuşatılmış hâlidir.
Öncelikle şunu sormak gerekir: Bir sermaye örgütünün başkanı, hangi pedagojik, sosyolojik ya da bilimsel donanıma dayanarak eğitim sisteminin yapısı hakkında hüküm veriyor?
Eğitim gibi, çocuğun gelişimi, toplumun kültürel ilerlemesi, bilimsel üretim kapasitesi gibi çok katmanlı meselelerle doğrudan ilişkili bir alanda, herhangi bir akademik ya da mesleki uzmanlığı bulunmayan bir iş insanı, nasıl oluyor da bu kadar kolay ve rahat bir şekilde kamuoyuna ve milli eğitime yön vermeye çalışabiliyor?
Eğitimin geleceğine dair kararların eğitimciler, akademisyenler, pedagoglar ya da çocuk gelişimi uzmanları değil, ekonomik kaygılarla hareket eden sermaye temsilcileri tarafından yönlendirilmeye çalışılması endişe vericidir. MÜSİAD Başkanının eğitim sistemine dair bu cüretkâr çıkışı yaparken, neye dayanarak konuştuğunu toplum olarak bilme hakkımız vardır.
Bazı sermaye grupları, iktidarla kurdukları yakın ilişkiler üzerinden ekonomik ve siyasi avantajlar elde etmeye çalışıyor görünüyor. Bu tür açıklamalar, iktidarın “itaat eden nesil” anlayışıyla örtüşmekte ve bu anlayışı beslemektedir. Toplumu değil, kendi pozisyonlarını güçlendirmeyi hedefleyen bu tür beyanlar, halkın refahına ve çocukların geleceğine hizmet etmemektedir. Ayrıca çocuk işçiliğinin, düşük maliyetli iş gücü olması nedeniyle, kalifiye iş gücü yetiştirmek için iş yerinde eğitime yatırım yapmaktansa, ucuz ve kolay yönlendirilebilir çocuk emeğinin tercih edildiği çok açıktır.
Çocukların iş dünyasına erken katılması, bir “ekonomik planlama” değil, gelecek gaspıdır. Bu ülkenin gençlerine düşen, üretim bantlarında eğitimsiz olarak çalışmak değil; düşünen, bilimle, sanatla, teknolojiyle yoğrulmuş bireyler olarak ülkenin kalkınmasına yön vermektir. Zorunlu eğitimin esnetilmesi ya da kısaltılması: yoksullaştırılmış çocukların daha erken yaşta emek piyasasına itilmesi; eğitimin nitelikli kesimlere ayrıcalık haline gelmesi ve sınıfsal uçurumların daha da derinleşmesi anlamına gelir.
Bu anlayış, uzun vadede bilimsellikten uzak, sorgulama yeteneği gelişmemiş, demokratik talepler yerine itaat kültürünü benimsemiş, eğitimsiz, yoksullaştırılmış bir toplumun yaratılmasına hizmet eder. Toplumun en dinamik kesimi olan gençler, yurttaş olacakları yerde birer “iş gücü nesnesi” olarak görülmektedir.
MÜSİAD çocukların eğitim hakkına müdahale etmemeli, gerçek sorunun muhatapları olan işsiz yetişkinler için ne yapabileceğine odaklanmalıdır. Çocuk işçiliğinin savunulması, eğitimin piyasa lehine tırpanlanması ve toplumun geleceğinin sermaye çıkarlarına feda edilmesi kabul edilemez. Türkiye, çocuklarını korumak, zorunlu nitelikli eğitimi artırmak; çocukları değil, istismarcı sistemleri dönüştürmek zorundadır.
Devletin en temel ve devredilemez sorumluluğu, çocuklara Anayasa ile güvence altına alınmış, laik, bilimsel ve kamusal bir eğitimi erişilebilir ve nitelikli şekilde sunmaktır. Pedagojik ilkelere göre, her çocuğun gelişimsel süreci desteklenmeli, öğrenme hakkı piyasa taleplerine göre değil, çocuğun üstün yararı esas alınarak şekillenmelidir. Eğitim politikalarını çocukların yüksek yararı ve toplumsal eşitlik ilkesi doğrultusunda değil de, salt iş gücü temini aracı olarak değerlendiren yaklaşımlar; hem ulusal hem uluslararası hukuk normlarına aykırı olduğu gibi, çocukları ‘ucuz iş gücü’ olarak gören sermaye odaklı anlayışlara da açık bir meşruiyet kazandırır. Bu tür eğilimlere karşı, tüm kamuoyunu sorumluluk almaya davet ediyoruz.
Türkiye Halk Temsilcileri Meclisi Eğitimde Gericilikle Mücadele Komitesi